top of page
  • Yazarın fotoğrafıhseturkiye

Günümüzde Tarım Çevreyi Ne Kadar Kirletiyor?

Binlerce yıl doğal ortam koşularında, doğayla uyumlu bir biçimde yapılan tarımsal faaliyetler çevreye zarar vermemiş ve çevre sorunlarına neden olmamıştır. Ancak hızla artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılayabilme amacıyla, birim alandan daha fazla ürün alabilmek için, tarıma giren yapay unsurlar, doğal ortamı bozan ve çevre sorunlarını yaratan bir sektör haline gelmiştir.

Tarımsal çevre kirliliğinde önemli iki etken, hızlı nüfus artısı ve tüketim dengesizliğidir. Dünyadaki ekosistemlerin bir unsuru olan kimi canlıların özellikle insan sayısının, beklentiden daha fazla artışı ve bunları doyurma gereği, daha fazla üretimi zorunlu kılmaktadır. Buna insanoğlunun doyumsuz tüketim arzusu (oburluk) da eklenince kimilerinin ihtiyacından daha fazla gıdayı aşırı miktarda tüketmeleri, kimilerinin de yetersiz beslenmeleri sonucu doğmaktadır. Çünkü bu iki sorun tarıma, üretimi daha da artırma görevini yüklemekte, bu da ekilen bitki ve beslenen hayvanın, doğal üretim yetenekleri zorlanarak daha fazla üretim yapmalarıyla gerçekleşmektedir. Bunu sağlamak için de bitki ve hayvan ıslahı ile üretim kapasiteleri yüksek canlılar seçilmektedir. Bunların yüksek verimliliğini devamlı kılmak içinde gübreleme, dengesiz besleme ve zorlama gibi kimi çevreyi kirletebilen bazı tarımsal yöntemleri uygulama zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum sonuçta modern tarımı doğurmuştur. Halen yeryüzünde tarım alanı olarak kullanılan toprakların ancak %40’ı (ABD ve Avrupa Ülkeleri) modern tarımsal yöntemlerle işlenmektedir. Uygulanan sistemlerle kimi zaman mera ve ormanlar tahrip edilmekte, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımı ile de her yıl 1 milyon hektara yakın tarım alanı elden çıkmaktadır.


Gübre ve Çevre Kirliliği


2025 yılıyla birlikte dünya nüfusunun 8-10 milyara ulaşacağı sanılmaktadır. Söz konusu nüfus artışı, birim gelirdeki tahmini artış da göz önüne alınacak olursa besin ve diğer tarımsal ürünlere olan ihtiyacın yılda %3.1 oranında artmasına yol açacaktır. Oldukça gelişmiş tarımsal sistemlere sahip ülkelerdeki tecrübeler, son yüzyılda verimde kaydedilen %60 ve daha fazla orandaki artışın kolayca sağlanabilen mineral gübre ve bir ölçüde de çiftlik gübresi kullanımından kaynaklandığını göstermiştir. Verim artışına ilaveten inorganik ve organik gübreler yiyeceklerin kalitesini de artırmıştır. Gübrelerin etkili bir şekilde kullanılmasının çeşitli ülkelerin ekonomisi için oldukça avantajlı olduğu ortaya konmuştur.



Endüstrileşmiş ülkelerde aşırı gübre kullanımının insan sağlığı ve çevreye olan zararlı etkilerinin açıkça görülmektedir. Bitkilerce gübre kullanımının daima %50’yi geçmeyeceği göz önünde bulundurularak etkili ve ölçülü tarzda yapılması koşuluyla daha yüksek verim için daha fazla miktarda gübre kullanım olanağı söz konusudur

Mineral gübreler içinde, özellikle azotlu ve fosforlu gübreler, toprak kirlenmesinde önemli roller oynamaktadırlar. Bu nedenle bu iki gübrenin kimyasal bileşimleri, toprakta bağlanma şekilleri, bitkiler tarafından alınabilirlikleri, toprakta yıkanma olanakları üzerinde durulması yararlı görülmüştür. Kullanılan inorganik azotla gübrelerden bitkiler %100 oranında yararlanamamakta ve dolayısıyla kullanılmayan nitratın bir bölümü yıkanarak yeraltı suyu ve içme suyuna karışmaktadır. Amonyum azotu, toprakta adsorbsiyonla tutulmasına karşın, nitrat azotu tutulmaz. Bu nedenle de toprağın sızıntı suları tarafından toprağın derin tabakalarına ve tabansularına kadar taşınarak suların niteliğini bozar. Buna, “suların ötrofikasyonu” da denmektedir. Sulardaki yoğunluğu belli bir miktarı aşan nitrat iyonları, canlıların sıhhat ve sağlığı üzerinde, önemli derecede zararlar meydana getirebilmektedir.


Azotlu gübrelerin toprağa vermiş oldukları zararlardan bir başkası da asit karakterli olanlarının, toprağın asitlik derecesini yükseltmesidir. Gerçekten, asidik topraklara amonyum sülfat gübresi verilirse, asitlik derecesi daha da yükselir. Bu ise, topraklarda bazı besin maddelerinin alınmaması, asit katyonların zehir etkisi yapacak derecede artması, mikroorganizma faaliyet ve yaşamlarını sınırlaması gibi olumsuz etkiler ve zararlar meydana getirmektedir. İnsanlardan A-vitamini noksanlığı, hayvanlarda üreme güçlüğü, yavru atma ve süt üretimi azalması gibi sorunların, sulardaki azot yoğunluğu ile yakından ilişkisi olduğu bildirilmektedir.


Yüksek düzeydeki fosforun akarsu, göl ve denizlerde ötrofikasyon’a yol açtığı bilinmektedir. Ötrofikasyonun yanısıra toprak erozyonu sonucunda baraj ve göletlere ulaşan aşırı düzeydeki fosfat, kompleksler halinde çökelerek bu yapılara zarar verebilmektedir. Fazla miktarda uygulanan fosfor gübreler ayrıca bitki gelişimine de olumsuz etkide bulunmaktadır. Tarım ve orman topraklarında, bitki örtüsünün bulunmadığı periyotlarda üst topraklarda erozyon artar. Reliyef durumuna göre bazı yerlerde 0.8 - 24 kg P/ha/yıl şeklinde bir fosfor kaybı meydana gelebilir. Bunlar çukur yerlerde birikebilir ve az bir kısmı da sulara karışarak ötrofikasyon olayını meydana getirir. Fosforlu gübrelerin toprağa veya çevreye verdiği zararlar bu koşullara göre etkili olmaktadır.


Tarımsal İlaçlar ve Çevre


Bitkilerin gelişmesini sınırlandıran tarımsal üretimi azaltan zararlı böcek, yabancı ot, fungus kemirici hayvanlarla mücadelede çok değişik tür ve bileşimlerde kimyasal maddeler kullanılmaktadır. Türkiye’de tarımsal mücadele için gerekli olan ilaçların teknik maddesi ya yurt içindeki fabrikalarda imal edilmekte ya da dış ülkelerden ithal edilmektedir. FAO tarafından yapılan bir araştırmaya göre, ileri tarım tekniklerini uygulayan ülkelerdeki pestisit tüketimi ile Türkiye’nin durumu karşılaştırıldığında hektara düşen aktif madde miktarının Japonya’da 5.8 kg, ABD’de 3.5 kg, Almanya’da 2.5 kg, Polonya’da 0.7 kg ve nihayet Türkiye’de 0.4 kg olduğu tespit edilmiştir.



Pestisitler, tarımda mücadele amacıyla kullanılan bütün kimyasallara verilen genel bir addır. Biyosit veya pestisit olarak adlandırılan 250 civarında kimyasal madde, arzu edilmeyen bitkisel, hayvansal ve mikrobiyal canlıların yok edilmesinde kullanılmaktadır. Bunlar, doğal veya sentetik organik bileşimde olabilirler. Biyosid’ler bir yandan özellikle tarımsal ürünlere zarar veren canlıları ortadan kaldırarak ürün artışı sağlarken, öte yandan da besin zinciriyle diğer canlıları zarara uğratmakta ve bir tür toprak kirliliği meydana getirmektedir. Bunlar, tarımda intensifleşmeyle toprağa önemli miktarlarda verilmekte ve böylece insan eliyle toprağa zararlı kimyasal maddeler karıştırılmış olmaktadır. Bu şekildeki bir işlemin amacı, biyolojik ürünü güvence altına almak ve miktarını yükseltmektir.

Sanayileşmiş ülkeler biyosid’lerin zararlı sonuçlarını acı bir şekilde gördükleri için, zararlı organizmalara karşı kullanılan bu kimyasal maddelerin bazılarını yasaklamışlar, birçoğunun da kullanma miktarını azaltmışlardır. Biyosidlerin toprağı olanaklar ölçüsünde az kirletmeleri için, zararlı organizmalara karşı selektif biyosid’ler kullanılmalı, bunlar görevini yerine getirdikten sonra çabuk ayrışmalı, kullanılacak miktar da, gerekenin en azı olmalıdır.

Toprak hayvanları, toprak mikroorganizmalarına kıyasla, biyosit’lere karşı daha duyarlıdır. Toprak faunasının %80 ine kadar olan kısmı, biositler’le tahrib olabilir. Bunun sonucunda da tür dağılımında şiddetli değişikler olabilir. Solucanlar daha çok fosforlu bileşiklere, tesbih böcekleri ve Colembol’ler daha çok klorürlü hidrokarbonlara karşı dayanıklıdır. Örneğin Aldirin’in hektara 2-3 kg kadar kullanılması sonucu akarlar, Colembol’ler ve bir çok böcek larvalarının öldüğü belirlenmiştir. Ancak solucan, nematod ve yırtıcı akarlar gibi toprak hayvanlarının bundan zarar görmediği belirlenmiştir. Biyosit verilmiş topraklarda zararlıların düşmanları da birlikte öldüğü için, bu kimyasal maddelere dayanıklı bitkisel ve hayvansal zararlılar hızla üremektedirler.


Zararlı ve hastalıklara karşı kullanılan ilaçlar, faydalı böcekleri de öldürmektedir. Pestisitler içerisinde arılara en fazla zarar veren ilaçlar insektisitlerdir. Arı zehirlenmesinin en genel belirtisi, arı kovanları önünde bol miktarda ölü arıların görülmesidir. Pestisitler arılara kontakt, fümigasyon ve mide zehiri olmak üzere üç yolla etki etmektedir. Arılar, değişik insektisit zehirlenmelerine karşı farklı simptomlar gösterirler. Örneğin arsenik zehirlenmesinde, başlangıçta kovan içerisindeki arıların hareketleri azalır, bunun sonucu olarak larvalar açlıktan ve susuzluktan ölür. DDT zehirlenmesinde ise dal, yaprak veya toprak üzerindeki sıcak noktalara konarlar ve taciz edilmedikçe hareketsiz kalırlar. Kısa bir süre sonra sırt üstü yatarlar. Belirli dozlardan sonra ölmeye başlarlar.

Pestisitler su birikintilerine ulaştıkları takdirde, su içerisindeki balık ve diğer canlılara ya da su ürünlerine zarar verebilmektedir. Suda eriyebilen ya da suda eriyebilecek şekilde formüle edilen pestisitler su içerisinde kısa sürede dağılırlar.


Tarımsal İlaçlar ve İnsan


Biyositlerin yalnızca kullanılan zararlıya karşı toksik olmayıp aynı zamanda, diğer canlılarda olduğu kadar insanlarda da farklı derecelerde zararlara yol açmaktadır. Pestisitlerin insan vücuduna girişi üç değişik yoldan olmaktadır; 1. Ağız yoluyla (oral): Bu tip zehirlenme, kaza ile ortaya çıkmakta ve büyük bir tehlike yaratmaktadır. Tıkanmış pülvarizatör memelerinin üflenmesi, uygulama sırasında sigara içmek, ilaçlı meyveleri yıkamadan yemek bu tip zehirlenmeye örnek olarak verilebilir. 2. Deri yoluyla (dermal); Pestisitlerin vücuda girişinde yaygın ve en iyi bilinen yol deriden olanıdır. Deriden bulaşma kolay olmakta ancak çoğu kez belirti meydana gelinceye kadar fark edilememektedir. Deri yoluyla alım, hava sıcaklığının fazla ve derinin terleme nedeniyle ıslak olduğu koşullarda çok tehlikelidir. Bunun yanı sıra deride bulunan yaralanmalar da alım riskini artırabilir.



Genel olarak organik fosforlu bileşikler, klorlanmış hidrokarbonlardan daha büyük hızla deriye geçebilmektedir. Böyle durumlarda pestisitin deri üzerinden en kısa süre içerisinde yıkanması gerekir. 3. Solunum yoluyla (inhalasyon): Solunum yoluyla pestisit alımı, püskürtülen sıvı ya da toz ilaçların uygulanışı sırasında önemlidir. İlaçların hazırlanışı sırasında da bu durum önemli olup, ilaçların hazırlanma işleminin kapalı yerlerde yapılmasından kaçınmak gerekir. Pestisitlerin insan vücuduna girişi yukarıda belirtilen yollardan hangisiyle olursa olsun, sonuçta insanlarda olumsuz etkilere yol açabilmektedir. Bu durum o ilacın zehirliliğini ortaya koymaktadır. Pestisitlerin zehirlilik durumları akut ve kronik olmak üzere iki şekilde ortaya çıkar; 1. Akut (ani) zehirlenme: Tek dozun bir defada alınması sonucu birden bire ortaya çıkan zehirliliktir. 2. Kronik (yavaş) zehirlenme: Tosik bir maddenin devamlı olarak alımı ile ortaya çıkan zehirliliktir.


Sulama ve Çevre


Bitkilerin sulanması ve çiftlik hayvanlarına içme suyu sağlanması gibi tarımsal amaçlarla kullanılan suların belli kalite özelliklerine sahip olması gerekir. Sulamada kullanılacak suyun kalitesiz olması tarımsal çevre kirliliği açısından önemli bir unsurdur.


Tarımsal sulamada kullanılan gerek normal sular ve gerekse atık sularda bulunan kirletici maddeler ile sınır konsantrasyon değerlerine daha önceki konularda değinilmiştir. Özetle, belirtilen zararlı bileşikleri uygun olmayan konsantrasyonlarda içeren suların tarımsal sulamada kullanılması ile kirletici etmenler her tarafa yayılacak ve önemli çevre kirliliği sorunları ortaya çıkacaktır.


Gübre Üretimi


Tarımsal faaliyetler önemli bir yere sahip olan gübreleme işlemi için ihtiyaç duyulan kimyasal gübre için üretim aşamasında da doğaya zarar veriyoruz. Özellikle gübre üretimi sırasında amonyak emisyonları nedeniyle hem hava kirliliğinin artmasına hem de iklim değişikliğine neden olduğu bilinmektedir. Özellikle gübre üretim tesislerinin ekosistemin hassas olduğu bölgelerde kurulması için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir.



Kısaca özetlemek gerekirse; tarımsal faaliyetler, genel olarak su kütlelerinin kirlenmesine, ötrifikasyona bağlı olarak su dengesinin bozulmasına ve buna bağlı olarak ekosistemin bozulmasına, su kaynaklarının aşırı kullanımı sonucunda su israfına ve topraktaki mineral dengesinin bozulmasına, buna bağlı olarak toprak kalitesinin/verimliliğinin bozulmasına, antimikrobiyel dirençlere, hava kirliliğine ve buna bağlı olarak iklim değişikliğine neden olmaktadır.
 

Prof.Dr. Nesrin Astam YILDIZ, TARIMSAL FAALİYETLERİN ÇEVRE KİRLİLİĞİ ÜZERİNE ETKİLERİ

Avrupa Çevre Ajansı - Avrupa’da Çevre

Kommentare


Yazı: Blog2_Post
bottom of page